Masal gibi bir
şehir...
İstanbul...
Fatih, Beşiktaş, Yıldız Parkı, Bebek, Emirgan, Beyazıt...
İstanbul...
Fatih, Beşiktaş, Yıldız Parkı, Bebek, Emirgan, Beyazıt...
Çocukluğumun
hatıralarında silikleşen, üniversite yıllarımda sınavların sıkıntısıyla
biriktirdiğim anılarımın olduğu şehir...
İlkokul zamanlarında
nerede olduğunuzu pek hatırlamazsınız ya... Ya da benim için öyle... Ya da
hatıralar zamanla hafızanızda küçülür ve en çok tekrar ettiğiniz anlar kalır.
Fatih hayal meyal
kalır ilkokul zamanlarımda, sonra Beşiktaş... Sahili ve pazarı kalmış aklımda, cumartesi günleri kurulan, hala var sanırım... Sonra Bebek, ortaokul
yıllarımda... En çok da Ortaköy, Emirgan... Annem ve babam sahilde oturmayı ve denizi
seyretmeyi severdi, biz de kardeşimle pek zevk almazdık. Şimdi o günlere dönsek
ve gene o sahillerde oturup geçen tankerleri ve gemileri seyretsek ne güzel
olurdu...
Sonra üniversite
için yeniden İstanbul başladı benim için. Beyazıt... İstanbul Üniversitesi...
Biraz daha
büyüyüp yeniden gelmiştim ama bu sefer de dersler, sınavlar derken yine bu
güzel şehrin tadını çıkaramadan geçivermiş üniversite yılları da...
Kısmette yıllar
sonra kendi ailemle gelmek varmış, sadece gezmek için...
Gezilecek çok yer
var elbette ki... Ama en önemlisi tarihi yarımada sanırım. Tarihte bir çok
olayın gerçekleştiği ve bir çok eserin bulunduğu çok önemli bir yer. Belki de
İstanbul’un tarihi mirası...
Sultanahmet
Meydanı İstanbul'un en önemli meydanlarından biridir. Bizans devrinde
Hipodrom, Osmanlı döneminde At Meydanı olarak bilinen geniş bir alan.
Bu alanda Alman Çeşmesi gözümüze takılan ilk eser
diyebilirim. Mimari yapısı ve mozaikleri ile öylece duruyor. Alman imparatoru
II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilen
Alman Çeşmesi, imparatorun sultana ve İstanbul’a hediyesiymiş. Almanya’da
yapılıp 1901’de İstanbul’daki yerine monte edilen çeşme Neo-Bizanten
üslubunda olup, içerisi altın mozaiklerle süslenmiş. Özellikle kubbe şeklindeki tavanı ...
Bu alanda yer
alan üç dikili taştan en ünlüsü olan Obelisk, 390 yılında Mısır’dan getirilmiş
ve tam otuz bir günde bugünkü yerine dikilebilmiş. MÖ. 1450 civarında Mısır
Firavunlarından biri için yapılmış.
Meydanı süsleyen
Yılanlı Sütun ise kenti haşarat istilasından korusun diye Apollon’daki Delphi
Tapınağı’ndan getirilen ve birbirine dolanan üç yılanın temsil ettiği bir tılsımmış. Ama ne yazık ki
güzel bir fotoğrafını çekmemiş olmanın üzüntüsü içinde olduğumu söylemem
gerek...
Meydandaki son
anıt ise otuz iki metre yüksekliğiyle, son derece etkileyici görünen ve meydana
tepeden bakan Örme Dikilitaş...
Million Taşı; Ayasofya’dan Beyazıt’a giden yolun sağında, tam köşede yer alan ve dikkat etmezseniz
görmeden geçebileceğiniz bir eser. Konstantinopolis’i başkent yapan Büyük
Konstantin’in, Antik Roma yollarının başlangıç noktası ve dünya
üzerindeki diğer şehirlerin bu şehre
olan uzaklığının hesaplanmasında kullanılan sııfır noktası.
Sultan Ahmet
Camii altı minaresi ile bu meydanın en görkemli yapısı olarak karşınıza çıkar.
Hem dış mimarisi hem de iç mimarisi ile göz alıcı bir eser.
Sultan Ahmet
Camii, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I.Ahmed tarafından
İstanbulda’ki tarihi yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılmış.
Cami, mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım
kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile
süslendiği için Avrupalılarca Mavi Camii ( Blue Mosque ) olarak
adlandırılmıştır. Ayasofya’nın 1935 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle,
İstanbul’un ana camii konumuna ulaşmıştır. Türkiye’nin altı minareli ilk
camiidir.
Ve elbette ki Sultan Ahmet Köftecisi… Sıra beklemek zorunda
kalabilirsiniz…
En önemli el sanatımızın turistlere gösterildiği halı
dokuma tezgahları ve halı dokuyan kadınlarımız… Unutulmaması gereken el
sanatlarımızdan…
15Ekim 2015
Elina saglik, NE GÜZEL BİR ŞEHİRSİN İSTANBUL... (2)'yi sabirsizlikla bekliyorum...
YanıtlaSil